24 Temmuz 2013 Çarşamba

LETAİF


Letaif

LetaifArapça Latife'nin çoğulu. Latifeler anlamına gelir.İnsan on latifeden (letaif-i aşara) meydana gelmiştir: KalpRuhSırHafiAhfaNefsateşhavasu ve toprak.. Bunlardan ilk beşi (letaif-i hamse) âlem-i emirden, son beşi de âlem-i halktandır. Bunlardan ilk altısına letaif-i sitte (altı latife), son dördüne cesed veya dört unsur (anasır-ı erbaa) adı da verilir. Letaif-i sitte ve cesede toplu olarak letaif-i seb'a (yedi latife) de denir. Kalp sol, ruh sağ memenin iki parmak altında; sır sol, hafi sağ memenin iki parmak üstünde; ahfa göğsün ortasında; nefs alnın ortasında; dört unsur ise cesede dağılmış olarak bulunur. Allah Teala insanın cesedini yaratmış ve diğer latifeleri bedendeki yerleriyle irtibatlandırmıştır.

KEŞF


Keşf

Keşif ya da Osmanlıca’daki söylenişiyle keşf, sufi terminolojide kullanılan bir terim olup, kendisine eklenen sıfat ve adlara bağlı olarak çok değişik anlamlara gelmek üzere kullanılmıştır. Terim sözcük anlamıyla Arapça’da “açığa çıkarma, örtülü olanı açma, gizli olanı meydana çıkarma, perdenin açılması, sezme, tahmin etme” anlamlarına gelir. Sufi terminolojide ise daha çok sezgiye ya da ilham olunmaya ve görünmez âlemle irtibata ilişkin anlamlarda kullanılır. Terimi bu anlamlarda kullananlardan biri olan ünlü Muhyiddin İbn Arabi’ye göre velîler de, bilgileri peygamberlere vahiy getiren meleğin aldığı kaynaktan alabilirler

İHSAN


İhsan

İhsan gerek Kur'an gerekse hadislerde geçen bir İslam dini terimidir. İhsan bir davranışı en güzel biçimde yapmak demektir. İslam genel olarak inanan kişinin ihsanla kulluk etmesini istemiş, ayrıca Kur'an'da ebeveynleri ile ilişkilerde de ihsan ile davranılması gerektiğini belirtmiştir.İhsan terimi ünlü Cibril hadisi'nde de geçer. Bu hadiste İslam'daki vahiy meleği Cebrail (veya Cibril) kişi kılığında İslam dininin son peygamberi Muhammed'e çeşitli sorular sorar. Sorulardan birisi de "İhsan nedir?" şeklindedir. Peygamber soruyu şöyle yanıtlar "Allah'a, onu görüyormuşcasına kulluk etmendir. Sen O'nu görmesen dahi O seni görür."[.Bunun dışında İslam'daki inançsal hareketlerden Sufizmde ihsan kavramı sahip olduğu genel anlamın ötesinde, daha farklı bir deruni anlayışla tanımlanmıştır.

HAKİKAT


Hakikat

Hakikât İslâmiyet'in mistik kollarından biri olan Sufilik'teki bir mertebenin adıdır.Tasavvufta "Hakikât" Tanrı ile insan arasında oluşan muhabbet neticesinde ve ancak bir tarikâta girdikten sonra elde edinilen bilgi olarak tanımlanır.

FENAFİLLAH


Fenafillah

Fenafillah, tefani sırrı da denilen, "Ölmeden önce ölmüş gibi olup" yokluk sırrına ermek, Allah'n varlığımda yok olmak, erimek anlamına gelir. Tasavvuf inancına göre, evrende Allah'ın varlığından başka gerçek varlık yoktur; varlıklar onu gösteren birer aynadan ibarettirler.Fenafillah bir Vahdet-i Vücut kavramıdır. Nefsin arzularından geçip varlığını Allahta bulmaktır (Beka billah). Kul bu makamlarda kendinden ve sıfatlarından fani olarak Hakk'ın sıfatlarıyla beka bulur. Fena fillah damlaya damlaya göl olması misali, Allah'ın zatında ruhun yok olması gibidir. Savaşırken yeni bir ruh verilerek devam etmenin ilk adımıdır. Tasavvuftaki en son mertebe olan salah makamının kapısıdır.

FENA


Fena

Fenatasavvufta kişinin duygularından ve iradesinden sıyrılarak benliğini Tanrının varlığında yok etmesi. Çeşitli aşamalardan oluşur. Kişinin aşama aşama benliğinden sıyrılması değişik terimlerle ifade edilir ve fena makamları olarak adlandırılır.

Fena makamları[değiştir]

  • Fena fil ehadiyet : Kişinin gerçek varlık katına ulaşması
  • Fena fil pir: Kişinin tüm varlığını pirin manevi kişiliğinde yok etmesi
  • Fena fil vücut: Kişinin tüm duygularından sıyrılması ve yokluğun sınırına ulaşması. Kişinin kendinden geçtiği bir aşamadır.
  • Fena-i mutlak: Bütün varlığından sıyrılarak yok olması.
  • Fena-il fena: Olgunluğun en yüksek aşaması olarak kabul edilir. Derin bir içe kapanış ve sınırsız bir coşkuyla tanrısal öze ulaşılır.

EVLİYA


Evliya

Kur'an'da "Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de." ayetinde "Allah dostları" olarak geçen, "bütün sözleri, işleri ve ahlâkı, İslam dîninin bildirdiği gibi olan, Allah'ın ve peygamber'in kendilerini sevdiğine inanılan kimselere veli ve bunun çoğulu olarakevliyâ denir .Muhaddis Ebû Nuaym el-İsfehânî'nin Hilyet-ül-Evliyâ kitabında bir hadîste; "Evliyâ görülünce, Allah hatırlanır." denilmektedir. Sahih-i Buhari'de geçen bir kutsi hadiste ise; "Evliyâmdan birine düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur" denilmektedir.

TEFEKKÜR


Tefekkür

Tefekkürİslam dininde günahlarınıkainatıvarlıklarıdoğayıAllah'ı, kendini düşünmek ve Allah'ın yarattığı varlıklardan, kainattaki eşsiz mükemmellikteki düzenden ders çıkarmak demektir.

RABITA


Râbıta

Râbıta, bir tasavvuf terimi. Tasavvufta belirli tarikatlarda bulunan bir uygulamaya verilen isimdir. Etimolojik açıdan râbıta sözcüğü rabt kökünden türemiştir ve “birleştirmek” ve “bağlamak” anlamlarına sahiptir. Tasavvufta ise müridin, konsantre olup şeyhini aklında canlandırarak şeyhinden yardım istemesi, şeyhinin yardımı ile Allahtan feyz alması anlamına gelir.Özellikle Nakşbendiyye ve Süleyman Hilmi Tunahan cemaatinde önemli bir yere sahip olan râbıtanın genelde benzer olmakla birlikte farklı tanımları vardır. Ünlü mutasavvıflardanAbdülhakîm Arvâsî’nin Râbıta-i Şerîfe isimli, râbıtayı anlatan risalesinin Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilmiş nüshasında râbıta şöyle tanımlanmaktadır: “Râbıta, İlâhî-Zâtî sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayâl hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir.”Râbıta dinî veya ruhanî bir uygulama olarak çeşitli kurallara sahiptir. Bu kurallardan belki de en önemlisi Allah'da fânî olmuş (bakınız: Allah'ta fânî olmak) yani en üst seviyeye ulaşmış bir şeyhe râbıta yapılmasıdır. Ölü şeyhlere de râbıta yapılabilir. Râbıtayı bir farz olarak kabul eden mutasavvıflar olsa da genelde tasavvufî çevreler râbıtayı yararlı ve gerekli görmekle birlikte tam olarak bir ibadet veya farz olarak yorumlamazlar.Rabıta müridin mürşidinin suretini hayalinde canlandırmasıdır. Şazelilik gibi bazı tarikatlarda rabıtanın bulunmayışı uygulamanın tüm tasavvuf yollarında olmadığının bir göstergesidir. Özellikle Nakşibendilikte rabıtanın önemi zikirden bile daha fazladır. Uygulamada bazı çeşitlilikler olsa da genel olarak gözler kapalı şekilde mürşitin göz önüne getirilir ve ondaki ilahi bir nurun müride aktığı hayal edilir. Diğer bazı tarikatlarda imajinasyon, mürşidin suretini canlandırmak şeklinde değil de Allah'ın isimlerinden birini veya zat ismini (Allah) zikrederken harflerinin zihinde canlandırılması şeklinde gerçekleştirilir...

MURAKABE


Murakabe

Murakabe, "gözetlemek" anlamına gelen Arapça'daki "rakabe" kökünden türetilmiş bir sufi pratiğidir. Dikkatle izlemek, ilgilenmek, gözleri açık tutmak anlamlarını da taşır. Metaforik açıdan kişinin manevi kalbine dikkatini yöneltmesi ve yaratıcısından gelecek sezgiyi beklemesini ifade eder.

MUTASAVVIF


Mutasavvıf

Mutasavvıf,Tasavvuf ehli olan, herhangi bir tasavvuf yolunda mertebe kat etmiş kişidir.Tasavvuf yolunun saygın isimlerinden Abdülkadir Geylani mutasavvıfı "Rabbi için her türlü bağ ve her endişeden sıyrılıp Allah'dan başkasına tapınmayı ve O'nun emirlerinden başkasına uymayı terk ederek, Hakk'tan gayriye yönelmekten ve meşgul olmaktan kalbini kurtarıp ihlâsla Hakk'a ibâdet eden kişi" olarak tanımlamıştır.Türk tasavvuf tarihinde mutasavvıf denildiğinde ilk akla gelenler herbiri bir tarikat önderi olan Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlânâ Celaleddin Rumi ; Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli gibi İslam büyükleridir.

ZİKİR


Zikir

Zikir, hatırlamak, anmak, zihinde tutmak, unutmamak anlamına Kur’an kaynaklı bir terimdir. Tasavvufta zikir kendisine sıklıkla atıf yapılan bir kavramdır.Kur'an'ın birçok yerinde geçen zikir kavramı, Allah ile kul arasındaki iletişimi ifade eden bir anlama sahiptir. Kur'an'da anma, yad etme, hatırlama (12:85); şükretme, hatırda tutma (2:40,47); diline dolama (21:36, 60); anlama, akletme, düşünme, ibret alma (6:80, 126; 7:57); ün, şan, kendisi ile bilinen, izzet kazanılan şey (94:4); öğüt verme, öğüt alma (3:7; 13:19; 37:13) şeklinde kullanılmıştır.Tasavvufta her şartta ve durumda Allah'ın varlığını beyninde ve kalbinde hissetme hali olarak yorumlanır. Buna göre Kur'an kendisini ez-Zikr şeklinde isimlendirerek vahyin kendisini hatırlatıcı olarak tanımlamıştır. Bu kavrayışa göre zikir konuşma ve vücut hareketleriyle yapılan pratiklerden öte bir anlama sahiptir.Tarikatların pratiğinde Allah'ı çok anıp azametini düşünmek ve esma-ül hüsnasını okuyup tefekkür etmek zikir olarak nitelenir ve tarikatlerde sık sık zikir toplantıları yapılır

TARİKAT

TarikâtTanrı'ya ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri.İslamiyet'te, İslamiyet'in kalbi boyutu üzerinde duran ve "kalbin fıkhı" diye nitelenentasavvuf öğretisinin uygulandığı düzenli kurumsal yapılar olarak tarif edilir.Tarikler (Tarikât) de "Mürşit" denilen mânevî önderler eşliğinde tasavvuf öğretisini uygulamaya istek duyan kişilere (talip) yolun esasları hakkında teorik ve pratik bilgi verilir. Yola giren kimseler (mürid) ve yolda ilerleyenler (salik) tasavvuf öğretisinin esaslarını yaptıkları pratiklerle (zikir,tefekkürrabıtamurakabenafile ibadetler vs.) kendi derunlarında keşf ederler.

ŞEYH


Şeyh

Şeyhtasavvufta, kendisine bağlanan insanları tarikat kuralları içinde eğiten mutasavvıftır. Aynı zamanda Arap kültüründe üst düzey makamlara sahip olan kişilere, yaşlı kişilere, ilimli şahıslara veya kraliyet ailesine mensup şahıslara verilen bir unvandır.

DERVİŞ


Derviş

Derviş, bir tarikata ve şeyhe bağlı olan müridsûfiyâne bir hayat yaşayan kişi.Farsça bir kelime olmakla birlikte bütün müslüman milletlerin dillerine girmiş olan derviş, esas itibariyle "muhtaç, fakir" anlamlarına gelir,Tasavvufi mana itibarı ile Allah fakiri, Allah'a muhtaç olduğunu hisseden, Allah'ı talep eden, Ehl-i Suffa (Peygamberin en yakın arkadaşları) anlamında derviş sıfat olarak kullanılmıştır. Dervişân da derviş kelimesinin çoğuludur.Muhammedi şeriatta biat edilen evliyayı Allah'a vesile kabul edip, İslam'ın esaslarını yerine getirmek için söz veren sadakat ve samimiyeti esas kabul edip Allah'a bağlanan, zamana göre bağlı olduğu mürşidinin tasavvufi ögretisi üzere yaşamaya çalışan, Allah adamı, ehl-i hal olarak da anılır. Allah'a giden yol olarak kabul edilen tarikatler, dervişlerin üniversitesi olmuştur. Derviş mürşidinin tasarrufatı altında adedini mürşidin belirlediği Allah'ın zikri ile meşgul olup nefsindeki kötülüklerden arınıp insan olabilme, Allah'a kulluk yapabilme gayretiyle yaşar. Mutasavvifi en büyük derviş olarak Muhammed'i kabul eder.

ABDAL


Abdal

AbdalTürk tasavvufunun daha radikal formlarında karşılaşılan en üst mânevî mertebenin bir adıdır.Sünnî İslam dışında kalan birçok Türkmen dinsel topluluğunda rastlanmakta, Derviş veya Baba da denmekteydi.Bir abdal Allahtan başka dünyadaki her şeyden vazgeçmiş kişidir. Abdallık mertebesine ermiş kişi hakikatın mutlak ve doğrudan bilgisine erişebilmektedir. Toplumsal bir şahsiyet olarak abdal zayıf, ezilmiş ve baskı altında olanlara yardım elini uzatan, ve dinsizlere (kâfirlere) karşı mücadele veren bir otoritedir. Daha ziyade göçebe Türkmenler arasında yaygın olan abdallar Selçuklu veya Osmanlı yerleşik devlet otoritesi karşısında çevre halkının hoşnutsuzluklarını dile getirmişler ve çeşitli isyan hareketlerinin başlatıcısı olmuşlardır.Türkiye'de en çok İç Anadolu bölgesinde bulunurlar. KırşehirKeskinBala yörelerinde abdallar hayatlarını müziğe adamış şekilde yaşamaktadırlar. Bala ve Keskin yöresinin kültürel havzası aynıdır. Bala ve Keskin'de genelde halaylar çekilir. Kırşehirli abdalların misyonu farklıdır. Kırşehir'in oyun havaları meşhurdur. Bala ve Keskin'li abdallar Hacı Taşan"Toplumun en mümtaz şahsiyeti" olarak kabul ederler. Kırşehirli abdallar ise Neşet Ertaş'ı "Toplumun örnek alınmaya lâyık en gözde kişisi" olarak kabul ederler. Bu iki yörenin de çalgıları farklılık göstermektedir. Geçim kaynakları kendilerine özgü enstürmanları çalıp, söyleyip para kazanmaktır. Müziğe yetenekleriyle ünlüdürler. Müzik kulakları çok gelişmiştir. Nota bilmezler. Bala ve Keskin'deki abdalların bugün İran topraklarında yer alan horasan bölgesinden geldikleri söylenmektedir.

23 Temmuz 2013 Salı

KELAM


Kelâm

Kelâmİslam dininin inanç/akaid konularını irdeleyen ve tarihsel olarak bu çerçevede gelişen dini-felsefi kuram veteorilerle ilgilenen ilim dalına İlm-î Kelâm denir. Bu anlamda kelâm imanla ilgili sorulara aklî deliller kullanarak izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen teolojik felsefenin adıdır.Kelâmcılar, Allah'ın varlığını delillerle izâh etmeye çalışmakla beraber, delilin, kendisine delil getiren Zat'ın mahlûku olduğunu kabul eder ve aklîdelillerin sadece aklın nazarında müşkül hadiseleri çözmede bir âlet olduğunu düşünürler. Yoksa, Allah'ın varlığının, neticede mahlûku olan delillerle teyidine ihtiyaç yoktur. O her şeyden ayandır.Kelâmcılar tevhid, kaza ve kader, kesb, kader karşısında insanın irade ve sorumluluğu, Allah'ın zâtı ve sıfatları, bu sıfatların hadis mi (sonradan olma) ya da ezeli mi (öncesiz) olduğu, sıfatlarının zât'ının aynısı mı, gayrısı mı olduğu, Allah'ın görülüp görülemeyeceği (ru'yetullah), Allah bilgisine (marifetullah'a) nasıl ulaşılabileceği, Kur'an'ın mahlûk (yaratılmış) olup olmadığı, nübüvvet (peygamberlik), peygamberlerin vâsıfları, büyük günahlar'ın neler olduğu, büyük günah işleyenin durumun ne olduğu, mucize, kerâmet, imâmet, hidâyet, irtidad, doğru ve yanlışın tanımı, iman'ın sabit mi yoksa artan ya da eksilebilen bir kavram mı olduğu, iman-âmel münahasebeti (âmelin imandan bir parça olup olmadığı), ruh'un mâhiyeti gibi konularda tartışma ve görüşler geliştirmişlerdir.

KUR'AN HAFIZI


Kur'an hâfızı

HafîzArapça'da "korumak, ezberlemek" anlamına gelen hıfz (حفظ) kökünden türemiş bir sıfattır ve "koruyan, ezberleyen" demektir. İslâm geleneğinde Kur'an-ı Kerim'in tamamını ezbere bilen kişiye hâfız denir. İslam inancının temeli olan Kur'an-ı Kerim'i ezbere bilmek, ilk dönemlerden beri önemli bir ayrıcalık sayılmış ve toplumda saygı doğurmuştur.Hadislere göre İslâm Peygamberi'nin izin verdiği yedi kıraat ve on rivayet üzerine okumayı bilen kişilere denir. Hafızlar arasında sesi en iyi olanlar arasından seçilir ve özel eğitim görürler.Reis-ül kurra, icazet almış kurra hâfızı üstatlarına denir. Bunlar kurra hafızlarının eğitimini sürdüren bu konudaki en tecrübeli kişilerdir.

KIRAAT


Kıraât

KıraatKur'an'ın tiyatral sahnelerini dinleyenlerin hayallerinde canlandırma yöntemlerini içeren bir İslami bilim dalıdır. Arapça kelime anlamı "okumak" demektir.Kuran musikisinin serbest okunuşunu Kıraat-ı Aşere'ye göre içeren ve her defasında farklı okunan ve tonu ve içeriğide değiştiren bir yöntemdir. Normal musikide sadece tek bir metin olmasına rağmen Kuran'ın okunuşundaki 10 çeşit okunma (aşere) ve farklı anlamla insan sesinin piyanoyla veya kanunla akort edilmesi sayesinde geniş olanaklara sahiptir.Kıraat imamlarından her birinin, rivayet ve tariklarının ittifak ile temsil ettiği okuyuşa kıraat yedi veya on kıraattan her birinin kendisine dayandırıldığı kimseye de imama denir. Bir İmam'a ait Raviye (talebesine) nispet edilen kıraat farklılığına Rivayet; bu rivayeti nakleden, yani kıraat imamlarından birisinden kıraat rivayet eden kişiye de Ravidenilmiştir. Ravilerin ravileri arasındaki farklı nakillere de 'Tariktabiri kullanılmıştır. Kıraatları bilen kimseye kurra; bunları sözlü olarak nakledip okutan kimseye de mukri denilmiştir.

KERAMET


Keramet

Kerâmet,Mistik anlayışta, Allah'ın veli kullarına, ermişlere verdiği olağanüstü kudret veya güç demektir.İslam inancına göre peygamberler mucizeveliler ise keramet gösterebilirler. İslam'da, nakli olarak, sadece peygamberlerin mucize gösterebildiklerine, peygamberlerin aslında doğaüstü bir olayı kendi iradelerince gerçekleştiremeyeceklerine, bunun zaman zaman ibret, zaman zamansa farklı amaçlarla Allah tarafından onlar üzerine bahşedildiğine inanılır.Kerametler, sufiler tarafından ikiye ayrılmıştır: Keramet-i Kevni ve Keramet-i Hakiki. Keramet-i Kevni'ye aşağıda yer alan listedekiler örnek gösterilebilir. Keramet-i Hakiki ise ilim,ahlâk, mârifet ile ilgili olağanüstü durumlardır.Tasavvufta çoğunluğun görüşüne göre maddi keramet kısa zamanda uzaklara gidip gelmek, su üzerinde yürümek, açlık çekmemek gibi hallerdir. Manevi keramet kulların durumunu değiştirebilmektir. Veliler açıkça keramet göstermez.Veli olmadığı halde bir eylemi kerametmiş gibi göstermek üzerine kerameti kendinden menkul deyimi türemiştir.